Çankırı Belediyesi - İsmail Hakkı ESEN

Posta Kodu:
Türkiye - Çankırı -

Çankırı Belediyesi,

Nüfusu,199.981

Son yıllarda özellikle merkeze bağlı Çorakyerleri (Elekçiardı) mevkiinde yapılan araştırma ve kazılarda tarih öncesi döneme ait fosillerin bulunduğu Çankırı'nın, yazılı tarih öncesi dönemi hala karanlıktır. Buna rağmen bölgenin ilk halkının, Hattiler, Luviler ve Arzavalilar gibi Küçük Asya halkları olduğu bilinmektedir.

ÇEŞİTLİ EGEMENLİKLER

İlk Yerleşimler ve Yazılı Tarihin Başlangıcı

Tarihçiler, İ.Ö. 2000'lerde Mezopotamya'dan Anadolu'ya mal satmak üzere gelen Asur tüccarlarının Mısır ve Mezopotamya'da, İ.Ö. 3200'lerden beri bilinen "yazı"yı getirdiklerini, bu tarihin aynı zamanda Anadolu için yazılı tarihin başlangıcı olduğunu kabul etmektedirler.

Özellikle Kültepe ve Kayseri'de bulunan bazı kil tabletlerinden bu dönemde, Anadolu'da yaşayan halklarla ilgili önemli veriler elde etmek mümkündür. Kiltepe tabletleri ya da Kapadokya tabletleri olarak bilinen bu tabletler üzerinde yapılan dil çözümleme çalışmalarında, Orta Anadolu'daki bazı yer ve kişi adlarına rastlanmıştır. Örneğin, bu tabletlerde, sonradan Protohatti olarak adlandırılan, Hatti dili ile konuşan ve bu bölgede yaşayan bir etnik grup olduğu kaydedilmektedir. Hattiler'in nereden ve ne zaman geldikleri kesin olarak bilinmemekle beraber, eldeki verilerden, bu dönemde ve bu yörelerde yaşadıkları ortaya çıkmaktadır. Aynı tabletten, Hattiler'in Orta Anadolu'da Kızılırmak yöresinde (Marassantiya), bir başka topluluk olan Hurriler'in, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da, Luviler'in ise, Güney ve Güneybatı Anadolu yöresine yerleştikleri anlaşılmaktadır.

Anadolu'daki İlk Kent Devletleri

İ.Ö. 3000'lerde başlayan ilk Tunç Çağı'nın bitimi ile Asur Ticaret Kolonileri Dönemi'nde, ticari ilişkilerin gelişmesi sonucu artan ekonomik gücün etkisiyle Anadolu'da bir takım kent devletleri ortaya çıkmıştı. Prenslikle yönetilen söz konusu kent devletlerinin yerleşim alanları kuzeyden Pontus bölgesiyle, Tuz Gölü'nün güneyi ve Kızılırmak yayıyla sınırlanmaktaydı. Asur tüccarlarının Anadolu'daki kolonileri, kent devletlerinin bu kolonileri, kent devletlerinin çevresinde oluşmasına yol açtı. Asur tabletlerinde sayıları yaklaşık 10'u bulan kent devletlerinin en önemlisi ise Zalpa, Hattuş ve Kaniş'di.

Bir bey ya da prens başkanlığındaki kurullarca yönetilen kent devletlerinin bu yönetim biçimleri, daha sonraları birkaç kent devletinin birleşerek kurduğu kentler birliği yönetim biçimine dönüştü. Bu nedenle egemenliği altında toplanılan bey kral unvanını aldı. Son Tunç Çağı'nın başlangıcı da Anadolu'daki bu küçük kent devletlerinin bir krallık yönetimi altında birleşmeye başladığı dönemdir. İ.Ö. 1800'lerde Kussara Kralı Anita, Hattuş ve Nesa (Kaniş) kentlerini ele geçirerek Orta Anadolu'da egemenliğini kurmaya başladı.

Hititler

Hint-Avrupa kökenli olduğu sanılan ve Nesa dilinde konuşan Hititler'in İ.Ö. 2000'lerde bir Anadolu kent devleti olan Kussaralılar'la ilişkisi olduğu tahmin edilmektedir. Hititliler'in kökeni üzerine yazılı belge ve arkeolojik kanıt olmamasına karşın, dil çözümleme çalışmalarından, bu halkın Kafkasya ya da Balkanlardan geldiği ve dillerinin, Kussara halkı diline yakın bir lehçede olduğu saptanmıştır.

1947'de yörede Türk Tarih Kurumu adına yapılan araştırmalarda, İ.Ö. 2000 ile tarihlenen Orta Tunç Çağı ve Son Tunç Çağı yerleşmeleri ortaya çıkarıldı. Ayrıca arkeolog İsmail Kılıç Kökten'in (1909-1974) İç Batı Karadeniz ile Çankırı yöresini içine alan bölgede yaptığı araştırmalar sonucunda bölgedeki ilk büyük höyük olan Ilgaz'da Kastamonu; Çankırı ve Çerkeş-Tosya yollarının kesiştiği noktadaki Salman Höyük bulundu. İsmail Kılıç Kökten'e göre, höyükteki buluntular, Anadolu'nun step niteliğini açıklayan çanaklardan çok, orman niteliği gösteren ateş boyalı bakır çanak-çömleklere benzemekteydi. Bu bilgiler ayrıca höyükte İlk Tunç Çağı buluntuları olduğunu da göstermektedir.

Buna karşın, 1955de C.A. Burney, aynı yörede araştırmalar yapmış, Salman Höyük'teki buluntuların Orta ve Son Tunç Çağlarından kaldığını söylemiştir. Bu buluntular arasında grimsi-beyaz renkte, açkılı, astarlı çanak çömlekler vardı.

Aynı yörede bir başka höyük, Burney'in "Km 208" adını verdiği höyüktür Ilgaz ilçesi yakınlarda Salman Höyük' ün doğusundaki bu höyükte aynı dönem Orta Tunç ve Son Tunç çanak-çömlekleri bulunmuştur. Bu iki höyük dışında Çankırı'nın batısında bulunan Dümeli Höyüğü'nün de aynı döneme ait olduğu sanılmaktadır.

İ.Ö XVII. yy'ın başlarında Hititler'in kralı Labarnas'tı. Labarnas'tan sonra sırasıyla I. Hattuşil (Labarnas II.) ve I. Murşil (İ.Ö. 1620-1590) tahta geçti.

I. Murşit'in tahtta bulunduğu dönemde Devrez Çayı (Kummesmaha) yöresinin en önemli yerleşme merkezlerinden biri Tiliuara'dır. Bu kent ortaya çıkarılamamıştır, ancak Karacaviran- Kurşunlu yakınlarında bulunduğu sanılmaktadır.

Tiliura, Murşil'den sonra kral olan Hantilis döneminde terkedilmiştir. Bu durumu Hitit İmparatorluğu (Yeni Hitit-Devleti) Dönemi krallarından III.Hattuşil'den kalma bir tablet şöyle dile getiriyor:

" Tiliura Kenti Hantili'nin gününden beri boştu. Babam Murşil onu yeniden yaptırdı, ama oraya iyice yerleşme sağlayamadı. Oraya silah ile yendiği Namra'ları yerleştirdi. Sonradan (Çiftçi) olan (Tiliura'nın) eski sakinlerini çekip (aldım) ve (ben) majeste, onları geri getirdim ve onları yeniden Ti (Liura) da (yerleştirdim)."

C.A. Burney'in Orta Tunç ve Son Tunç çağlarından kaldığını ileri sürdüğü Salman Höyük, Tiliura'nın bulunduğu sanılan Devrez Çayı'nın kuzeybatısında yer almaktadır. Yörede Eski Hitit Krallığı Dönemi'nden kalma bir başka kent, İnandık Köyü'ndeki İnandık Höyüğü'dür. Çankırı'nın 40 Km. güneyindeki bu höyükte, 1966-1968 arasında Ankara Müzesi arkeologları tarafından bir kazı yapılmıştır. Kazıda İ.Ö. XVI. ve XV. yüzyıldan kalma ve yerel bir tanrıya adandığı sanılan bir tapınak bulundu. Tapınakla ilgili fazla bilgi olmamasına karşılık, bulunan pişmiş topraktan bir tapınak modeli, o dönemin tapınak mimarisi üstüne sınırlı da olsa bir bilgi vermektedir. İnandık Höyüğü'nde rastlanan diğer buluntular arasında Boğazköy'de de rastlanmış olan, boğa biçimindeki kutsal içki kapları vardır. Ayrıca pişmiş topraktan bir mülk bağış belgesi bulunmuştur. Belgede Hanhana Kenti Vekili Tutulla'nın bağışladığı bir ev söz konusudur. Bu kentin bugünkü yeri tartışma konusu olmakla birlikte, Karadeniz kıyısındaki Kaşka Ülkesi sınırında sıralanan Eski Hitit kentlerinden biri olduğu bilinmektedir.

Hanhana, İnandık tabletinin bulunduğu kentin Hitit Dönemi'ndeki adı olmalıdır. İnandık Höyüğü'ndeki yerleşmenin tarihini ve halkının yaşantısının aydınlatması açısından önemli bir buluntu da "İnandık Vazosu" olmuştur. Bu vazo, bir rastlantı sonucu bulunmuş ve burada kazı yapılmasına yol açmıştır. Dış yüzü kabartmalı ve renkli büyük boy vazoda, dinsel bir tören, olasılıkla dinsel bir evlenme töreninden görüntüler yer almıştır. Dış yüzeyleri kabartmalarla süslü kaplar, Orta Anadolu'da İlk Tunç Çağı'nın son, Orta tunç Çağı'nın ilk evrelerinden beri bilinmektedir. İnandık vazosu da, tapınak ve başka buluntularla birlikte I.Hattuşil (İ.Ö. 1650-1620) ve I. Murşil'in (İ.Ö. 1620-1590) yaşadıkları Eski hitit Krallığı Dönemi'nden kalmadır. Söz konusu "İnandık Vazosu" halen Ankara'da Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde sergilenmektedir.

III. Hattuşil döneminde, Hitit devletinin kuzeyinde oturan ve sürekli akınlarıyla tedirginlik yaratan Kaşkalar'la Hitit-Kaşka sınırında yer alan Tiliura kentinde bir anlaşma yapıldı. III. Hattuşil, Tiliura ve sınır bölgesinin çevre yerleşimleriyle yaptığı bir anlaşmada, Hantilis'in Eski Krallık Dönemi'nde Kaşkalar için bazı yasaklar koyduğundan söz eder. Buna göre Kaşkalar Devrez Çayını geçemeyeceklerdir. Daha önce de belirtildiği gibi, Murşil döneminde yeniden kurulmuş, ama yerleşmenin tam sağlanamadığı bu kent, Kaşkalar ile yapılan anlaşmadan sonra yeniden canlandı. Anlaşma Hitit halkının buraya yeniden yerleşme koşullarını da içermekteydi. Anlaşmada, hiçbir Kaşkalı askerin ya da yurttaşın bu kente giremeyeceği, girerse suç işlemiş sayılacağı ve cezalandırılacağı belirtilmekteydi. Hitit halkından bir kişi, Kaşka ülkesinden bir esir alırsa, bu kente girmeden, kent dışında köle olarak çalıştırılabilecekti. Çoban, çifti ve köylülerin Kaşka halkı ile gizli bir anlaşma yaptıkları saptanırsa, cezalandırılacakları da antlaşmada belirtilmekteydi.

İ.Ö. 1200'lerde Yunanistan'ın kuzeyinden gelerek Trakya'dan geçen Ege Göç Kavimleri Hitit Devleti'nin yıkılmasına neden oldu. Hititler, bu saldırılar sonucunda, Güney ve Güneydoğu Anadolu'ya çekilerek küçük beylikler halinde yaşamaya başladılar. Öte yandan, Karadeniz kıyısında bugünkü Çankırı'nın kuzeyinde oturan Kaşkalar da, doğuya çekilerek, Mezopotamya'nın kuzeyindeki dağlık yörelere yerleştiler.

Paflagonlar Ve Çeşitli Toplulukların Yöreye Gelişleri

Gerek Hitit İmparatorluğu dönemi öncesinde ve gerekse imparatorluğun yıkılışından sonra Çankırı'nın içinde bulunduğu Sakarya ile Kızılırmak arasındaki bölge, çeşitli toplulukların uğrak yeri oldu.

İ.Ö. 3000-2400'lerde, Akalar'ın, sonradan Paflagonya adını alan bölge kıyılarında bir süre kaldıkları, buradaki arkeolojik kalıntılardan anlaşılmaktadır. Sonradan Ege Adaları'na göç eden Akalar, oradan Mikene uygarlığını kurmuşlardı. Aynı dönemler Paflagonya'nın iç kesimlerinde Kaşkalar yaşamaktaydı. Bu dönemi, Ege göçleri dönemi izledi. Avrupa'dan Trakya yoluyla Anadolu'ya geçerek Mısır'a kadar uzanan büyük Kavimler Göçü sırasında Paflagonya bölgesinden pek çok topluluğun geçtiği bilinmektedir. Bunlar arasında dorlar, bölgede 400 yıl kadar üstünlük kurmuşlardır.

Antik Yunan kaynaklarında, Paflagonya'nın eski halkı olarak Henet, Kaukon ve Mariandina toplulukları gösterilmektedir. Henetler, Cide-Amasra arasında, Mariandinalar Ayancık dolaylarında oturuyorlardı. Kaukonlar ise, Eskişehir (Frigya) yörelerinde yerleşmişlerdi.

Paflagonlar, hatti Devleti'nin yıkılmasına yol açan Kavimler Göçü'nün karmaşası içinde, tahminen İ.Ö. 1100de bölgeye geldiler. Paflagonlar'ın geliş tarihi, Henet, Kaukon ve Mariandinalar'dan sonra, ama onların kolları olan Traklar, Bitinler ve Tinler'den önceki zaman dilimine gelmektedir. Paflagonlar, yaşam tarzı itibariyle kendilerinden önce burada yaşamış olan Kaşkalar'a benziyor, çoğunlukla çobanlıkla geçiniyorlardı. Ünlü tarihçi Herodotos Paflagonlar'ı, Persler'in Ahameniş (Akamen) sülalesine vergi ödeyen satraklıkları arasında saymaktadır. Ancak, Pafagonlar, o dönemlerde de kendi beylerinin yönetiminde özerk bir yaşam kurmuşlardı. Bir diğer ünlü tarihçi olan Ksenofon da bu bilgiyi doğrulamaktadır. Paflagonlar'ın 100.000'e yakın askerleri olduğunu anlatan Ksenofon, bu kuvvetin bölgedeki güç dengesini bozacak bir nitelikte olduğunu belirtmektedir. Bitin ve Tinler'in yanı sıra, İ.Ö. 700-650 dolayında Kafkasya'dan Kimmerler de Paflagonya'ya kadar gelmişlerdir. Kimmerler, Lidyalılar'ca buralardan atılıncaya kadar (İ.Ö. 584) bu yörede yüzyıla yakın bir süre kalmışlardır.

Pontus Krallığı

Bölgede, çok sonraları Pontus Devleti'nin kurulduğu görülmektedir. Ama devletin ilk başkenti Ameseia (Amasya) Paflagonya sınırları dışında kalıyordu. Bir Paflagonya kenti olan Sinop, sonradan Pontus Devleti'nin başkenti oldu (İ.Ö.183).

İskender'in ölümünden sonra onun komutanlarından Antigonos. Paflagonya kıyılarını ele geçirdi. Bu dönemde, Ilgaz Dağlarının güneyi Galatyalı Mersias'ın yönetimi altındaydı. Pontuslular İ.Ö. 126 dolayında, buraları da ele geçirdiler.

Paflagonlardan sonra Anadolu'ya geçmiş olan Bitimler, batıda Bursa-İznik-Bilecik dolaylarında, giderek güçlenen bir devlet kurmuşlardır. Gangra'nın (Çankırı) bir yerleşim merkezi olarak kuruluşu da bu döneme rastlamaktadır. Bu dönemlerde, yerel oyma beyleri, gerek Pontus Kralları, gerekse Bitin ve Galat beyleriyle sürekli çatışıyorlardı. Mitridates döneminde, bölge askeri hareketlere sahne olmaktan geri kalmadı. Özellikle, III. Mitridates Savaşı sona erince Pontus Krallığı parçalandı. Pompeius Magnus'un kendi adıyla anılan yasalarla getirdiği yeni bir düzen uygulanmaya başlandı. Bu yeni düzen Paflagonya'nın Pontus ve Bitimya olarak ikiye ayrılmasına yol açtı (İ.Ö. 104). Bitim Devleti ile Portus Kralı VI. Mitridates, Paflogonya' yı aralarında paylaştılar. Paflogonyanın iç kesimleri Pilaimenes soyunun egemenliğine bırakıldı.

Roma Dönemi

MS 5 yılında Gangra (Çankırı), Antrapa (İskilip/Çorum) ile birlikte tüm paflagonya, Romanın Galatya vilayetine bağlandı.

Roma döneminde bölgeyi en çok etkileyen olay, Galatya Kralı Deitaros'un yönetimi oldu.

Deitaros, Roma İmparatoru Sezar'ın öldürülmesi olayını (M.S.41) katıldıktan sonra, Paflagonya'ya döndü ve Trokme diye anılan Galat oymağının topraklarını ele geçirdi. Deitaros Anadolu'daki Roma Eğemenliğinin önemli bir beyi olmuştur. Yönetimi altına aldığı yörede, kent yapımında ve tarımının gelişmesinde katkıları olmuştur. Roma topraklarının Doğu ve Batı olarak ikiye ayrılmasından sonra ise, Paflagonya bir Doğu Roma Eyaleti oldu.

Bizans Dönemi

Bizans yönetimi altında Paflagonya, Honorias Pontus ya da Pilaimeles Teması diye anılan yerel bir birim durumuna getirildi. Pompeiopolis (Taşköprü) bu temanın başkenti oldu. Bu bilgilerin dışında bölgenin Bizans Dönemindeki tarihi oldukça karanlıktır. Ancak 1082'de Türklerin bölgeye gelmesiyle Bizans etkinliğinin kırılmaya başladığı görülür.

ANADOLU SELÇUKLULARI DÖNEMİ

1071'de başlayan Anadolu'nun fethi, Süleyman şahın 1075'de İzniki alarak Anadolu Selçuklu Devletinin temellerini atmasıyla devam etmiş, aynı zamanda 1080'deki büyük Türkmen Göçü ile Anadolu'daki Türk nüfusu hızlı bir artış göstermiştir. Bu fetihleri efsanevi olarak anlatan Danişmendnameye göre, Çankırı'yı fetheden Emir Karatekin, Melih Danişmend Gazi ile Emir Artuk'un arkadaşlarındandır.

Emir Karatekin, 1082'de Çankırı'yı aldıktan sonra Kastamonu ve Sinop'u topraklarına katarak egemenlik alanını genişletmiş ve gücünü sağlamlaştırmıştı. Danişmendname bu fethin Danişmendliler adına yapıldığını söylerse de, Bizans kaynaklarıyla öbür kaynaklar, Emir Karatekin'i Süleymanşah'a bağlı bir komutan olarak gösterir. Nitekim, büyük Selçuklu Sultanı Melihşah, başta Süleymanşah olmak üzere Anadolu'da kendisine karşı bağımsız bir güç oluşturan bu beylere karşı 1078'de Porsuk Bey, 1091'de Emir Bozan komutasında ordular gönderdi; Emir Karatekin'de bu ordularla çarpıştı ve savunmasını güçlendirmek için, Sinop yöresinden geri çekildi.

Türbesi Çankırı'da olan Emir Karatekin'in hangi tarihte öldüğü kesin olarak bilinmiyor. Bilinen yörenin, I.Haçlı seferinin sonuna dek Türklerin elinde kaldığıdır.1097'de İznik'i ele geçiren Haçlı ordularının Eskişehir üzerinden güneye doğru yönelmeleri sonucu Çankırı, Haçlı işgalinden kurtulmuştur. Ancak, 1100de Danişmendli beyi Emir Gazi Gümüştekin'in Malatya önlerinde Antakya Haçlı Kontu Bohemond'u tutsak alarak Niksara götürmesi, bunun üzerine de 1101'de Roymond'de Toulouse komutasındaki bir haçlı ordusunun Bohemondu kurtarmak için harekete geçti. Ankara'yı da alarak yakıp yıkan bu ordu; Çankırı önlerine gelmiş, kenti çok iyi savunan güçler karşısında başarısızlığa uğrayınca yöreyi yağmalayarak Kastamonu'ya geçmiştir. Bu ordu Amasya yakınlarında I.Kılıç Arslan ve Emir Gazi Gümüştekin'in güçlerine yenildi. Haçlılara yardım eden Bizanslıların elinde kalan Çankırı yöresinin Emir Gazi Gümüştekin 1106'da yeniden fethetti. I.Haçlı Seferinin etkisinin azalmasından sonra, kendilerini toparlamaya başlayan Anadolu Selçukluları ile Danişmendliler, birbirleriyle sürekli bir savaşa başladılar. Ayrıca Danişmendliler arasında da taht kavgaları eksik olmuyordu. Bu durumda yararlanan Bizanslılar, daha önce bitirdikleri bir çok yeri geri almaya başladılar ve 1132'de Vali Alparslan yönetimindeki Çankırı'yı da ele geçirdiler. Bir yıl sonra 1133'de Emir Gazi Gümüştekin Çankırı'yı Bizans egemenliğinden kurtardı ve 1134'de de öldü. Bunun üzerine oğullarıyla Anadolu Selçuklu Sultanı I.Mesut arasında yeni bir savaşı başladı. Bu arada Bizans İmparatoru Ioannes, Kastamonu'da bozguna uğratan Bizans güçlerinin öcünü almak için, kendi komutasındaki bir orduyla Çankırı önlerine geldi. Çankırı'daki Türk valisi öldüğünden kenti savunan güçleri karısı komuta ediyordu. Bizans ilerlemesine karşı, I.Mesut'la Danişmendli tahtına egemen olan Melik Muhammed birleştiler. Bunun üzerine Ioannes, Marmara Bölgesine doğru çekilerek kışı burada geçirdi. 1135 baharında yeni güçlerle Çankırı ve Kastamonu'yu kuşattı. Zorlu savaşlar sonunda Çankırı Bizanslıların eline geçti. Kentteki Türkler tutsak alınarak İstanbul'a götürüldü. Ancak Ioannes'in çekilmesinden kısa bir süre sonra kent Türklerce geri alındı.

I.Mesud, ölmeden önce (1155) eski Türk devlet geleneği gereğince ülkesini üç oğlu arasında bölüştürdü. II.Kılınç Arslan'ı Konya'da sultan ilan ederken, küçük oğlu Şahinşah'a Ankara, Çankırı ve Kastamonu yöresini verdi. Ancak, bu bölünme I.Mesud'un ölümünden hemen sonra taht kavgalarına yol açtı. Önce I.Mesud'un üçüncü oğlu Dolat öldürüldü. Sonra Şahinşah, Çankırı'da ayaklandı. Damatlarından Yağıbasan'da, II.Kılınç Arslan'ın sultanlığını tanımayarak Kayseri üzerine yürüdü. Uzun süren bu iç savaş sırasında Yağıbasan, Anadolu Selçuklu tahtına çıkarmak istediği Şahinşah'ın ve Bizans İmparatoru Manuel'in desteğini sağlayarak güçlendi ve 1162'de II.Kılıç Arslan'ı yendi. İstanbul'a giden II. Kılıç Arslan, Bizansla bir anlaşma yaparak, yeniden Anadolu'ya döndü ve yağıbasan'ın asıl merkezi olan Sivas'ı ele geçirdi. Bunun üzerine Yağıbasan, Şahinşah'la birleşmek için Çankırı'ya geldi ise de 1164'de burada öldü. Bu durum II. Kılıç Arslan'ın daha rahat hareket etmesini sağladı. Ankara ve Çankırı üzerine yürüyerek Şahinşah'ı yendi ve yöreyi egemenliği altına aldı.

II. Kılıç Arslan da ölmeden önce (1192) ülkeyi 11 oğlu arasında bölüştürdü. Merkezi Ankara olmak üzere Çankırı, Kastamonu ve Eskişehir yöresini Muineddin Mesud'a verdi. Ancak, ülkenin bu 11 parçaya bölünüşü daha II. Kılıç Arslan'ın sağlığında kardeşler arasında taht kavgalarının başlamasına yol açtı. Ölümünden sonra bu kavga giderek büyüdü. Bütün bunlara karşın Muineddin Mesud, yöredeki Bizans topraklarında yeni fetihlere girişti. Daha sonra, aldığı bazı yerleri, 1196'da Konya tahtını ele geçiren II. Süleymanşah'a vermekle birlikte yöreyi egemenliğinde tuttu. Ancak, 1203'te Süleymanşah'ça öldürülünce, yöre doğrudan Konya tahtına bağlandı. Daha sonra I. Keykavus'un (1211-1219) 1214'te Sinop'u alması, yöreyi Karadeniz üstünden gelebilecek tehlikelere karşı daha güvenli bir duruma getirdi. Anadolu Selçukluları'nın en parlak dönemi olan Alaeddin Keykubad'ın saltanatı sırasında (1219-1237), Çankırı en dingin ve zengin dönemini yaşadı. I. Alaeddin Keykubad, alası Cemaleddin Ferruh'u kente vali atadı. II. Gıyaseddin Keyhusrev döneminde de (1237-1246) bir ölçüde süren bu durum sırasında Anadolu'nun Moğol akınlarına uğraması, Anadolu Selçukluları'nı büyük ölçüde sarstı. 1243 Kösedağ Savaşı'ndan sonra ülke bütünüyle Moğol egemenliği altına girdi. Bu dönemde Çankırı çeşitli baskılara uğradı. 1262'de II. Keykavus'un eski komutanlarından Ali Bahadır, Moğol egemenliğine karşı Ankara-Çankırı bölgesinde ayaklandı. Ama başarılı olamadı ve kaçmak zorunda kaldı. Moğollar'ın yöredeki egemenliğini temsil eden Sinop Beyi Muineddin Mehmed Pervane, 1293'te Çankırı'yı yağmaladı, her türlü para, mal, hayvan ve ürünü topladı.